İLK TAŞI GÜNAHSIZ OLANINIZ ATSIN.
güncel,siyaset,mizah...
ARAF 11
22 Aralık 2015 Salı
1 Nisan 2015 Çarşamba
FALAŞALAR-İSRAİL'İN ÖTEKİ YAHUDİLERİ
Falaşalar, 1970lerden bu yana
Etiyopya'dan İsrail'e göç eden siyah Yahudiler. Ama orada da mutsuzlar...
'' Bir gün
hahamlar gelip, bizim yüzde yüz Yahudi olmadığımızı söylediler. Çok kırıldım.
Eskiden her gün dua eder ve sinagoga giderdim. Şimdi laikim.''
Falaşalar, Etiyopyalı Yahudiler.
Falaşa, Amhara dilinde " yaban " gibi bir anlama geldiği için
kendilerini Beta İsrael (İsrail Evi) olarak adlandırmayı tercih ediyorlar.
Ancak, bu topluluğun yaşadıkları, Etiyopya'daki "falaşalık"larının
İsrail'de de sürdüğünü gösteriyor ve modern İsrail'deki "ırk
sorunu"na dikkat çekiyor.
Falaşalar 'ın kökeni
Falaşalar binlerce yıldır, Yahudi dünyasından
habersiz şekilde, Etiyopya'nın Gondar ve Tigre bölgelerindeki ücra köylerinde
tarımla uğraşarak, demircilik ve çömlekçilik yaparak yaşadılar. Kökenleri
hakkında sayısız teori olan topluluğun, bunların içinde en çok benimsediği,
soylarını Kral Süleyman ile Şiba Kraliçesi'nin (bizde Saba melikesi Belkıs
olarak bilinir) oğulları olan Menelik I'e dayandıranı. Falaşalar ı ilk "keşfeden", 1862'de
bölgeyi ziyaret eden, Sorbonne Üniversitesi profesörü Joseph Halevi olmuştur .
Bu, aynı zamanda Avrupalı Yahudilerin
Falaşalar ile ilk temasıydı. Ancak, cemaatin diasporaya tanıtılması
için, 1920'lerde Siyonist hareketle bağlantıyı sağlayacak olan, Polonya
doğumlu, Dr. Jacques Faitlovitch'i beklemek gerekecekti.
Bu ilgiye rağmen, Falaşalar 'ın Yahudi sayılıp, sayılmayacağı (dolayısıyla
meşhur Geri Dönüş Yasası'ndan yararlanıp, yararlanamayacakları) uzun süre
tartışma konusu olarak kaldı. Yahudi olmadıklarına dini gerekçe aranacaksa çok
fazla uğraşmaya lüzum kalmayacaktır.
Falaşalar Torah'tan habersizdirler. Eski Ahit'in diaspora öncesi bir
versiyonunu kullanırlar ve bu kitap da İbranice degil, Etiyopya'nin klasik dili
olan Ge'ez dilinde yazılmıştır. 1973 Sefardi Hahambaşı Ovadia Yosef'in, Falaşalar 'ın da Yahudi olduğunu kabul etmiş
olması ve 1989 tarihli Yüksek Mahkeme kararı bile pek çok kişiyi hala ikna
edememiş durumda. Öyle ki Aşkenazi Baş Rabbi bugün bile onları Yahudi olarak
tanımıyor .
Etiyopya'dan İsrail'e
1970'lere kadar topluluğun,
İsrail'e göç etme yönünde yaygın bir eğilimini gözlemlemiyoruz. Ancak, 1974 iktidardaki
Derg rejimi ile Tigre Halk Kurtuluş Cephesi arasında yoğun çatışmaların
başlaması bu durumu değiştirdi. 1977 yılına kadar, İsrail'e ulaşanlar kendi
bireysel gayretleriyle yola çıkıp hedefe ulaşmayı başaran bir avuç gençten
ibaretti. 1977-1983 arasında ise 6 bin civarında Falaşa Sudan'a ulaşıp, gizli
hava ve deniz operasyonlarıyla İsrail'e taşındı . 1984 ise tam bir dönüm
noktasıydı. O yıl, 10 bin kadar Falaşa İsrail'e gitmek için yola çıktı.
Yolculuk çok zorlu ve acı doluydu. Yaklaşık 4 bin'i Sudan'daki mülteci
kamplarında açlıktan ve salgın hastalıklardan can verdi. Kalan 6 bin kişi,
Kasım 1984'te "Musa Operasyonu" ile hava yoluyla İsrail'e taşındı.
1991'e kadar 7 yıl Falaşa nüfusunun köylerini terk edip, Addis Ababa'ya
yığılmasıyla geçti. 1991'de "Süleyman Operasyonu" 15 bin kişiyi bir
gecede İsrail'e taşıdı.(Kulislerde, operasyonların, İsrail'den çok, ABD'deki
Yahudi-Siyah ilişkilerini düzeltmek isteyen Amerikan Yahudileri tarafından
desteklendiği fısıldanıyordu.) İsrail'in bu "milli başarısı" ile,
Etiyopya Ekzodüsü 'nün tamamlandığı ilan
edildi ve bu gürültü-patırtı içinde, " Yahudi olmadıkları"
gerekçesiyle Gondar'da bırakılan 3 bin Falaşa
'nın sesi duyulmadı.
Arz-ı Mevud
İsrail'e ulaşanlar, Arz-ı
Mevud'un, "süt ve bal ülkesi"nden daha farklı bir yer olduğunu
keşfettiler. Bu ülke, kendilerine yabancı bir Batı ülkesiydi. İnsanları
ise Falaşalar hakkında hiçbir şey
bilmiyorlardi. (Etiyopyalıların gelmesine sevinmek için bir sebebi olan
insanlar sadece, Hadar Yosef'teki atletizm antrenörleriydi .) Evet, Süleyman
Operasyonu İsraillilerin milli gururunu okşamıştı ama onlar için önemli olan
uçakların inip kalkmasıydı. İçinden kimin indiği ilgilerini çekmiyordu.
Falaşalar , İsrail'de, binlerce yıldır üzerine
titredikleri ve kendilerini diğer Etiyopyalılar'a göre ayrıcalıklı kıldığını
düşündükleri (eskiden, bir Falaşa ister istemez, Yahudi olmayan birisine
dokunursa, yıkanana kadar kirli kalacağı düşünülürmüş) şeyin, Yahudiliklerinin
aşağılandığını gördüler . Yahudi olup, olmadıklarına dair tartışma onlara çoğu
kez daha doğrudan ve kırıcı şekilde yansıtıldı. 1984'de İsrail'e gelen Yişayahu
Degu şöyle diyordu: " Bir gün hahamlar gelip, bizim yüzde yüz Yahudi
olmadığımızı söylediler. Çok kırıldım. Eskiden her gün dua eder ve sinagoga
giderdim. Simdi ise laikim. Benim gibi pek çok insan var ."
Aşağılanma biçimleri
Yahudilikleri ile ilgili bir
diğer aşağılanma ise evlilik alanında ortaya çıktı. Öncelikle İsrail'de seküler
nikah olmadığına işaret etmek gerek. Dolayısıyla nikahlar hahamlıklar tarafından
kıyılır. Yukarıda sözünü ettiğimiz 1973 kararını veren Hahambaşılık, bir
Etiyopyalının evlenmeden önce (Yahudiliğini garantilemek için) sembolik bir
ihtida törenine katılması gerektiğini savunmaktadır. Yüksek Mahkeme'nin bunun
gerekli olmadığını belirtmesine rağmen, İsrail'de sadece bir kişi, Netanya
Hahambaşısı David Şlouş bu tören olmaksızın nikah kıymaya cesaret edebildi.
Ancak bir süre sonra o da (başka şeyleri gerekçe göstererek) bu işi bıraktı.
Yahudilik tartışmalarından öte,
doğrudan doğruya ırkçılık iddialarını gündeme getiren bir olay 1996'da yaşandı.
Ma'ariv gazetesi, Falaşalar dan alınan
kanların gizlice yok edildiğini yazdı. Kan bankasının yaptığı açıklama kuşkusuz
"tıbbi olarak" haklıydı: AIDS yüksek risk alanı olan Etiyopya'dan
gelen kanları kullanmıyorlardı. Ancak bu, Etiyopya kökenli nüfusu yatıştırmaya
yetmedi. Kabinenin toplantıda olduğu sırada Başbakan İtsak Rabin'in ofisinin
dışında protesto gösterileri yapıldı. Polisin göstericilere gözyaşartıcı bomba
ve tazyikli su ile karşılık verdiği olaylardan sonra Rabin, protestocuların
temsilcilerini kabul etti. Kan bankasının tutumu için hükümet adına özür
dilerken, olaylar sırasında polislerin yaralanmasını kınamayı da ihmal etmedi.
Göstericilerin taşıdığı pankartlar ise
Falaşalar ın İsrail'deki hayal kırıklıklarını ve umutlarını
yansıtıyordu: "İsrail'de Apartheid!" ve yanında " Bizim tenimiz
siyah, sizinki beyaz olabilir ama bizim kanımız da kırmızı ve biz de Yahudiyiz
."
Ucuz iş gücü
Etiyopyalı Yahudilerin
"falaşalık" hali, okullarda uğranılan ayrımcılığa, konut projelerinde
uygulandığı iddia edilen kotalara kadar pek çok alana uzanıyor ve Falaşalar , İsrail'de ikinci sınıf (hatta
Ortadoğu Yahudileri Mizrahim'i de sayarsak üçüncü sınıf) Yahudiler mi
olduklarını kendilerine soruyorlar. Ancak, bu konuda "umut verici"
gelişmeler de yok değil. İşsizlik oranının yüzde 80 civarında olduğu söylenen
Falaşa toplumunda, çalışanların yüzde 90'ı kol işçisi. İsrail toplumu
tarafından daha iyi özümsenmeleri halinde, İsrail'in ucuz işgücü kaynağı olarak
Filistinlilerin yerini almaları bekleniyor. Ayrıca, İsrail standartlarına göre
daha genç bir nüfusa sahip olmaları sebebiyle, ordu saflarında gittikçe daha
belirgin hale geliyorlar .(Askere alınan Etiyopyalı gençlerin dörtte biri
seçkin birliklere girmek için gönüllü oluyorlar.)
"Siyah Yahudi Yoktur"
Tüm bu söylenenlerden sonra,
"beyaz Yahudiler" ile "siyah Yahudiler" arasındaki
ilişkileri herhalde en iyi şekilde, İsrail Radyosu'nun Amhara dili yayınları
servisi müdürü Rahamin Elazar'ın anlattığı şu öykü(ler) betimliyor. Joseph
Halevi'nin Yahudi olduğunu duyan bir Falaşa, ona döner ve şöyle der: " Sen
Yahudi olamazsın, beyaz Yahudi yoktur !". Bu olaydan bir yüzyıl sonra - o
zamanlar genç bir adam olan - Elazar, Etiyopya'ya gelmiş üç turistin kendi
aralarında, tanıdık bir yabancı dilde konuştuklarını farkeder. Yanlarına
yaklaşır ve seslenir: "Şalom!" İsrailli turistler çok şaşırırlar ve
sorarlar: "Sen de kimsin?" "Ben bir Yahudiyim."
İsraillilerin cevabı tanıdıktır: " Sen Yahudi olamazsın, siyah Yahudi
yoktur!"
(ALINTI)
KAYNAK: Yunus B.
ÇAMURDAN.Ankara -
BİA Haber Merkezi.13 Nisan 2002, Cumartesi.
12 Kasım 2014 Çarşamba
Bir demokraside, devlet başkanlığı sarayında oturmanın faturası.
1981
yılında yemin ederek ABD Başkanlığına göreve başlamasından yaklaşık bir ay
sonra dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve eşi Nancy
Reagan, Beyaz Saray’da akşam yemeğini yedikten sonra hiç
beklemedikleri bir sürprizle karşılaşırlar. Görevli garson yemeğin hesap
faturasını getirmiştir. Baş kahyanın bir garsonla gönderdiği hesap faturasında
sadece o akşamın değil son bir ayın bütün yemeklerinin hesabı da yer
almaktadır. Sadece yemekler de değil… Ağırladıkları kişisel misafirlerin, bir
aydır kullandıkları kuru temizleme hizmetinden, diş fırçası, diş macunu,
temizlik ve parfümeri malzemelerine kadar bütün kişisel malzemelerin ücreti de
miktarlarıyla beraber kaydedilmiştir. Ronald Reagan, hesabın büyüklüğüne
şaşırsa da görevlinin getirdiği faturayı gülümseyerek alır ve muhasebeye
maaşından ödenmesi talimatı verir. Kocasının aksine Nancy Reagan’ın şaşkınlığı
çok daha büyüktür. Anılarında, ‘kimse bize Başkan ve Eşinin Beyaz Saray’da
yaşarken yedikleri yemeklere ve kullandıkları günlük malzemelere para ödemek
zorunda olduklarından bahsetmemişti’ diye anlatıyor o şaşkınlık anını.
Aslında, ABD kamuoyunun büyük çoğunluğu da pek bilmiyordu. ABD eski Başkanı
Bill Clinton’un eşi ve birinci Obama döneminin dışişleri bakanı Hillary
Clinton‘ın, bu
yıl yayınlanan “Hard Choices”
kitabının Haziran ayındaki tanıtım ve imza gezilerinden birinde, Beyaz
Saray’dan ayrıldıkları zaman, ‘borç içinde ve beş parasız olduklarını’
söylemesi, sosyal medyada büyük yankı yapmıştı. Hillary Clinton, sekiz yıl
kaldıkları Beyaz Saray’dan taşınınca Washington DC’de ve New York’ta mortgage
kredisiyle iki ev aldıklarını, bu kredi ile kızları Chelsea’nin Stanford
Üniversitesi parasının kendilerini, 2001 kışında 12 milyon dolar borcu olan
olan bir aile haline getirdiğini anlatacaktı. Borç batağından, Bill
Clinton’ın art arda yayınlanan kitaplarının, ücretli konuşmalarının
gelirleriyle düzlüğe çıkacaklardı. Son borçlarını da 2004 yılında ödeyerek
borçlarını temizleyeceklerdi.
Peki, 8 yıl boyunca yıllık ortalama 500
bin dolar maaşı olan ve kira gideri olmayan bir aile niçin Beyaz Saray’dan beş
parasız ayrılacaktı? Nancy Reagan’ı çok şaşırtan sebepten dolayı…
ABD Başkanları Beyaz Saray’a kira ödemez
ama onun dışındaki herşey maaşlarından kesilir. Beyaz Saray, devletin ABD
Başkanı için tahsis ettiği misafirhanedir ve orada 4 ya da 8 yılını geçirmek
zorunda olan her aile, kendilerinin ve kişisel misafirlerinin bütün
masraflarını kendisi karşılamak durumundadır. Sadece resmi devlet konuklarının
ağırlanma masrafını Amerikan vergi mükellefleri öder. Geri kalan kişisel mutfak
giderleri, hizmet ve malzemelerin ücreti Başkan ve ailesine aittir. Başkan
takım elbiselerinin kuru temizleme ücretini kendisi ödemek zorundadır. Kaybolan
düğmesinin yerine alınacak yenisinin de, ayakkabılarının boya ve cilasının da…
Konutun başkan ve ailesinin kaldıkları kısmındaki temizlikçi, garson ve
hizmetçilerin çalıştıkları süredeki saat ücretini de başkan
öder. Kısacası, kira ve elektrik faturası dışında kendileri için harcanan
her kuruşu devlete ödemek zorundadırlar.
Çünkü, ABD bir monarşi değil bir
cumhuriyettir ve bu konut da bir ‘saray’ değil bir evdir. Amerikalılar buraya
‘saray’ demiyor zaten, o bizim yakıştırmamız. Washington DC’de ‘’1600
Pennsylvania Avenue’’ adresinde bulunan dünyanın bu en ünlü evinin adı
Türkçe’ye yanlış şekilde ‘Beyaz Saray’ diye çevirilmiş olsa da,
aslında İngilizce’deki orijinal adı ‘White House‘ yani ‘Beyaz
Ev‘dir. Ve ABD’ye devlet başkanı seçildi diye kimse, devletin parasını
keyfince harcayamaz. Sadece bu ev içinde de değil her yerde… ABD Başkanı, şehir
dışı tatil masraflarını, haftasonlarını geçirmek istediğinde Camp David’teki
dinlenme evinin haftasonu masraflarını kendi cebinden karşılamak zorunda. Yine
örneğin başkan, ABD Başkanlık uçağına, devlet delegasyonundan olmayan tek bir
kişi bile bindirecekse, (kardeşi bile olsa), bir ticari yolcu uçağının ‘first
class’ uçak bileti miktarınca devlete para ödemek zorundadır.
Gerald
Ford’tan George W. Bush’a kadar 6 başkan döneminde bu evin ‘baş kahyası (chief
usher)’ olmuş Gary Walters’ın deyişi ile, başkan ve ailesi bu evin 4 veya 8
yıllık kira sözleşmesine sahip kiracılarıdır. İstedikleri yemekler pişirilir,
malzemeler ve ürünler istedikleri markalardan seçilir ama parasını Amerikan
halkı değil, Başkan ve ailesi maaşlarından öder. Ve doğal olarak fiyatın
yüksekliğine alışmaları zaman alır. Çünkü başkanlar ve ailelerine verilen
hizmet 5 yıldızlı otel kalitesinde olduğu gibi başkanın bunlar için ödeyeceği
para da 5 yıldızlı otel fiyatları düzeyindedir. Devlet konutu diye cüzi
ücretlendirme yapılmaz. Walters, ‘yemek, hizmet ve malzemelerin pahalı
olduğundan yakınmayan tek bir first aile hatırlamıyorum’ diyor. Hatırladığı
en büyük tepki iseJimmy Carter’ın eşi Rosalynn Carter’a
ait. Memleketleri Atlanta’da yemeğin de malzemelerin de çok daha ucuz olduğunu
söyleyip durmuş aylarca. Ama ‘first lady’nin şikayetleri, fiyatları aşağı
çekmeye yetmemiş. George W. Bush’un eşi Laura
Bush da, “Spoken from the Heart” adlıanı
kitabında, Beyaz Saray’da yaşamanın ne kadar
pahalı olduğundan yakınıyor. Onu en çok zorlayan konulardan biri de, hergün
saçlarını yapan kuaföre, devleti temsil edeceği törenlere giderken bile olsa,
ücretini kendisinin ödemesi olmuş. Bayan Bush kitabında, faturanın aylık
geldiğini ve Başkan ve eşi ile iki kızının bütün yemeklerinin, kullandıkları
bütün kişisel malzemelerin, kuru temizleme dahil tüm hizmetlerin, garsonların
ve temizlik görevlilerinin saat başı ücretinin, özel misafirlerinin tüm
msaraflarının bu faturada yer aldığını yazıyor. ‘’Faturada ağzımı
açık bırakan kalemler de vardı’’ diye aktaran Bayan Bush şu örneği veriyor:
‘’Ülkenin First
Lady’si olarak giyeceğim kıyafetlerin de özel tasarım olması gerektiği şartı
vardı ama elbisenin ücretinin yanı sıra bu tasarımların ücreti de yine benden
tahsil ediliyordu.’’
ABD Başkanlarının maaşına en son 1999
yılında zam yapıldı. Buna göre ABD Başkanın çıplak maaşı yıllık 400 bin dolar
civarında. 50 bin dolar da görev tazminatı ödenir. Bu her iki ödeme de vergiye
dahildir. Başkan bunların gelir vergisini ödemek zorunda. Bunların yanı sıra
başkanın gezileri için, vergiden muaf yıllık 100 bin dolar harcırah ödenir.
Ancak, Beyaz Saray faturasının yüksekliği göz önüne alındığında bir ABD
Başkanı, maaşının neredeyse tamamını aylık giderlerine harcar. Yani ayrıca bir
serveti yoksa, Beyaz Saray’da ‘ucu ucuna’ yaşamak durumunda… Belki de bu yüzden
Başkan Gerald Ford, Beyaz Evi, ‘Bugüne kadar gördüğüm en
lüks sosyal yardım konutu’ diye tanımlamıştı.
Beyaz Ev, kompleks bir yapıdır. Aynı
anda hem bir konut, hem bir müze ve hem de bir devlet dairesidir. ABD dünyanın
süper gücü olmasına rağmen, Beyaz Ev, dünyadaki en büyük devlet başkanı sarayı
değil, aksine büyük devletler içindeki en küçük devlet başkanlığı konutlarından
biridir. Sadece bir katından, dünyanın en büyük devletinin yürütme organı
yönetilir. ”1700’lerin dünyasında 13 kolonili devlet için inşa edilmiş, bugün
dünya lideriyiz. Bu ihtiyaca uygun çok daha büyük bir saray yapalım” diyen tek
bir başkan bile olmamıştır. Kimsenin aklına böyle bir şey gelmez. Çünkü, Beyaz
Ev, ABD demokrasisinde ‘devamlılığın’ da sembolüdür.Ve yine Beyaz Ev,
kendi toplumundan izole bir yer de değil. Dünyada, içinde başkan yaşadığı halde
halkının ziyaretine açık tek devlet başkanlığı konutudur. Çünkü Amerikan
tarihinin en önemli kültür müzesidir. Haftalık ortalama ziyaretçi sayısı
30 bindir. Başkanın penceresinin bir kaç on metre uzağındaki bahçe
demirliğinin önü ise ABD’nin en ünlü gösteri ve protesto yeridir.
Beyaz Ev, başkanlar için kalıcı bir ihtişam
ve keyif sarayı değil geçici bir barınma ve hizmet yeridir. Başkan Truman’a
göre, ‘dışı çok gösterişli bir hapishane‘den başka bir şey değildi.
Ronald Reagan ise, buradaki yılları boyunca kendisini sürekli bir akvaryum
balığı gibi hissettiğini anlatır. Michelle Obama da geçtiğimiz yıl, ‘’çok iyi
dekore edilmiş bir hapishane’’ olarak niteleyecekti. Bu eve kiracı başkanlar aileleriyle
gelir geçer. Mülk sahibi Amerikan halkı ve demokrasisidir. Bu gerçeği, bir
hizmetçisi, Baba George Bush’un eşi Barbara Bush’a şöyle söyler bir gün:
‘’Buraya her dört
yılda bir başkanlar gelir gider… Biz kalıcıyız’’.
CEMAL TUNÇDEMİR
28 Kasım 2012 Çarşamba
25 Kasım 2012 Pazar
PAPA'DAN HZ İSA'NIN DOĞUMU İLE İLGİLİ ÇARPICI AÇIKLAMA...
Papa 16'ncı Benediktus, dünyayı şaşırtan bir iddiada bulundu. Papa’ya göre şu an içinde bulunduğumuz yılın 2012 olmama ihtimali yüksek.
Vatikan, Hz. İsa’nın doğum tarihini sorguluyor. Hz. İsa'nın doğum günü olarak kabul edilen Noel (25 Aralık) gerçek olmayabilir. Şu anda içinde bulunduğumuz yılın da aslında 2012 olmama ihtimali yüksek.
Bu iddianın sahibi Papa 16'ncı Benediktus. Papa'ya göre, Hz. İsa'nın bugüne kadar bilinen doğum tarihi doğru hesaplanmadı. 'İsa'nın Çocukluğu' adlı eseri Fransa'da satışa çıkan Papa, Hz. İsa'nın bilinenin aksine 6 veya 7 yıl öncesinde doğduğunu yazdı. Çünkü Hz. İsa'nın bugün kabul edilen doğum tarihinden 6-7 yıl önce Jüpiter ve Satürn gezegenlerinin zodyak kuşağında buluştu.
Papa hesaplamayı astronom Johannes Kepler'in hesaplamaları doğrultusunda yaptı. Papa'nın hesabına göre bugün 2018 veya 2019 yılında yaşıyoruz.
Bu iddianın sahibi Papa 16'ncı Benediktus. Papa'ya göre, Hz. İsa'nın bugüne kadar bilinen doğum tarihi doğru hesaplanmadı. 'İsa'nın Çocukluğu' adlı eseri Fransa'da satışa çıkan Papa, Hz. İsa'nın bilinenin aksine 6 veya 7 yıl öncesinde doğduğunu yazdı. Çünkü Hz. İsa'nın bugün kabul edilen doğum tarihinden 6-7 yıl önce Jüpiter ve Satürn gezegenlerinin zodyak kuşağında buluştu.
Papa hesaplamayı astronom Johannes Kepler'in hesaplamaları doğrultusunda yaptı. Papa'nın hesabına göre bugün 2018 veya 2019 yılında yaşıyoruz.
KAYNAK: http://www.milliyet.com.tr
23.11.2012 MEHMET ALİ ÖNEL DEŞİFRE PROGRAMI-SİYONİZMİN FELSEFESİ
PROGRAMA ULAŞMAK İÇİN ALTTAKİ YAZIYI TIKLAYIN!
23 Temmuz 2012 Pazartesi
SUBLIMINAL MESAJLAR-BÜYÜK TAKİP
-Farkında olmadan bilinçaltımıza hangi mesajlar gönderiliyor?
-Gönderilen mesajlarla ne yapılmak isteniyor?
-''Reklamların içinde çıplak insanlar var yani bunu nasıl izah edebilirsiniz?''
-''Bizi psikolojik olarak ürünlere bağlamak için bütün yöntemleri kullanıyorlar.''
-''Bilinçaltına atılan herşey bir anlamda kabullenilir.''
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)